2000
yılının Ağustos ayında, 22 üniversitemizde, 4 yıl için seçilmiş olan
rektörlerin görev süreleri tamamlanıyordu. Bu üniversitelerde öğretim üyeleri bir
önceki ay, 7 Temmuz 1992 günlü ve 3826 sayılı kanun hükmüne göre, yeni rektör
adaylarının belirlenmesi için gereken 6'şar adayı seçtiler.
Yürürlükteki mevzuata göre rektörler, en çok iki dönem için göreve
getirilebiliyorlar. Seçimden aylar önce, seçim kampanyaları başlamış ve adaylar
seçildikleri takdirde neler yapacaklarını dile getirmişlerdir. Bu arada, zaman zaman
rakiplerini yermeleri de eksik olmamıştır. Ayrıca bir dönem görev yapmış
olanlardan bazıları, yeniden seçilme şanslarını arttırmak için, basından
öğrendiğimize göre, kendilerine oy verecek yardımcı doçent atamalarını
hızlandırmışlardır.
Yine yürürlükteki kanuna göre, her üniversitede en çok oy alan 6 aday arasından
3'ünün Yükseköğretim Kurulu (YÖK) tarafından belirlenmesi ve bu 3 adaydan birinin
Cumhurbaşkanınca atanması gerekmektedir. Prosedür gereğince, Yükseköğretim Kurulu
(YÖK), bazı üniversite-lerde en çok oy alan 6 aday arasından 3'ünü belirlerken bu 3
kişilik listede en çok oy alan kimi adayları, ikinci veya üçüncü sıraya indirerek
daha az oy alanları liste başı yapmış veya Cumhurbaşkanına gönderilen 3 kişilik
listede onlara yer vermemiştir. Cumhurbaşkanlığı makamı da, bazı üniversiteler
için YÖK'ten gelen adaylardan birinci sırada önerilen aday yerine ikinci veya
üçüncü sırada olan adayları tercih etmiş, bir üniversite için de önerilen
adayların hiçbirini beğenmeyerek, YÖK'e iade etmiş ve yeni aday belirlenmesini
istemiştir.
Bir üniversitede en çok oy almış olan adayın isminin Yükseköğretim Kurulunca
Cumhurbaşkanına sunulan adaylar arasında yer almaması, başka bir üniversitede ise
daha çok oy alan bir adayın Cumhurbaşkanınca atanmaması, öğretim üyelerinin
protestolarına neden olmuş ve 40 yıldır ilk kez, emniyet güçleri ile öğretim
üyeleri karşı karşıya gelmişlerdir.
Temmuz ayında doğan bu kriz, haklı olarak, toplumun birçok kesiminde tepkilere yol
açmıştır.
2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu'nda değişiklik öngören 3826 sayılı kanun
yürürlüğe girdikten sonra, kamuoyuna fazla yansımayan, ancak akademik çalışmaları
zedeleyen olaylar da olmuştur. Örneğin, seçilen rektörün, aday olup da seçilemeyen
dekanların ita amirliğini ve yönetimle ilgili yetkilerini ellerinden alması, hattâ
bazılarını istifaya zorlaması ve kendisini destekleyen öğretim üyelerini
ödüllendirmesi pek de istisnai olaylar değildir.
Bu olaylardan sistemde bir sıkıntının olduğu açıkça anlaşılmaktadır. Yıllar
sonra bunun daha da büyüyeceği, üniversitenin esas görevi olan eğitim, öğretim,
araştırma, danışmanlık ve kamu hizmeti gibi görevleri yeterince yapamayacağı
endişesi hakim olmaktadır.
Durumun böyle sürmesine insaf sahibi hiçbir vatandaşın razı olamayacağı bir
gerçektir. O halde, Cumhuriyet'in ilk yıllarından bugüne kadar üniversite-lerimizin
yönetimi konusundaki gelişmeleri ve mevzuattaki değişiklikleri soğukkanlılıkla
hatırlamak ve gözden geçirmekte yarar vardır.
Üniversite, evrensel bir kavramdır. Özellikle demokrasi ile yönetilen ileri ülkelerde
çağdaş üniversite yönetiminin geçmişi ve bugünü ile, üniversite yöneticilerinin
görevlendirilme yöntemleriyle ilgili bazı hususların incelenmesinde yarar
görmekteyim.
I.D.
Ankara, 10 Eylül 2000
|